Hiç düşündük mü biz toplum olarak niye böyle davranıyoruz da bizden çok uzaktaki bir ülke, örneğin Kore’liler daha farklı davranıyor? Ya da yanı başımızdaki Yunanlılar, onun biraz ötesindeki Almanlar çok daha farklı duyuş ve düşünüş halindeler. Atlantik’in ötesindeki bir ABD bundan daha 400 yıl önce neredeyse boş bir doğa parçası iken bugün nasıl oldu da dünyayı yönlendiren bir teknoloji merkezi ve ekonomik güç oldu? Bu örnekleri sonsuza kadar uzatmak mümkündür.
Farklı kültürlerin oluşumunda bir sürü neden sayılabilir. Ekonomiden girip, eğitimden çıkılabilir, insan unsurundan, coğrafi bir dizi etkiden söz edilebilir. Hepsinde de belli doğruluk payları bulabilirsiniz.
Anlamayı kolaylaştırmak için bir an hayal dünyamızı çalıştıralım ve Cumhuriyet’ten günümüze kadar evrilerek gelen aydınlanmacı, laik ve sosyal demokrat düşünce biçiminin Türk siyasal yaşamında olmadığını varsayalım.
Neleri tartışırdık o zaman? İktidarda AKP, diğer yanda Saadet Partisi, sağda bir yerde MHP ve belki bir DYP. Siyaset boşluk bırakmayacağı için, tüm bunları yetersiz ve batıl bulan, daha muhafazakâr dinci başka bir parti. Pek muhtemel ki bu parti türbanın yetersiz olduğunu söylerdi. Kadınlarımız için şunları duyabilirdik : “Başörtüsü takıyorsunuz ama süslenip makyaj da yapıyorsunuz. Bu da bir gösteriştir. Başörtüsünü kadınları erkeklere karşı korumak için tavsiye ediyoruz. Makyaj yapmanız dinin ruhuna uygun değil. Mümkün olduğunca gösterişsiz, dikkat çekmeyen siyah örtüler varken bu albenili giysiler, takılar da ne oluyor? Hem bu bayram törenlerinde Cumhurbaşkanı’nın karısı neden erkeklerin elini sıkıyor? Bile bile günah işlemenin cezasının çok ağır olduğunu bilmiyor mu bu kişi?”
Hayali tartışmamızı ekonomide sürdürelim: Kadınlar neden miras hakkından erkekle eşit oranda yararlanıyor? Zekat varken neden bir de vergi ödüyoruz? Bu sendikalar da kim oluyor!? İşçi, işveren düşmanlığı yerine işverenin dediklerine uysun işçiler. Nasıl olsa Müslüman bir işadamı, işçisinin hakkını yemez, bunun günah olduğunu bilir. Haksızlık yaparsa cezasını da çeker. Ayrıca hukuk, neden insanların inanç sistemlerine göre uygulanmıyor? Müslüman birisine İslam hukukunu uygulamak gerekmez mi?
Bunlar şimdi hayal gibi gelebilir ama ben eminim ki kendi mantığı içinde bunları tartışan, haklı bulan ve uygun ortamı bulsalar gündeme taşıyıp propagandasını yapacak kişiler vardır.
Bazılarının düşündüğü gibi biz ekonomiye bakalım, yol yapalım, fabrika açalım, toplumsal düşünce kendi kendine nasıl olsa dengesini bulur diyemeyiz. Çünkü toplumsal bilincin oluşumu birebir ekonomik gelişmeyle açıklanabilecek kadar basit bir süreç değildir. Düşüncenin biçimlenmesinde toplumsal tartışma ortamları ve eğitim sisteminin büyük önemi vardır. Ne ekerseniz onu biçersiniz. Toplumun entelektüel düzeyi topluma sunduğunuz tüm uyaranların bileşenidir. Bu bir etki-tepki meselesidir. Toplumları birbirinden farklı düşündüren, farklı yaşam biçimlerini oluşturan da budur.
Durum böyle olunca soldaki insanlarla aynı gelenekten gelen, benzer yaşam biçimini paylaşan liberaller nasıl oluyor da dinsel kaynaklara dayanan bir partiyle işbirliği yapmakta, dogmatik-dinsel yapıyı güçlendirecek uyaranları topluma vermekte sakınca görmüyorlar? Böylelikle etki-tepki sonucu oluşacak Türkiye düşünce ve yaşam sentezinin daha din eksenli düzeyde oluşmasına katkıda bulunuyorlar.
Liberallerin Türkiye’deki aydınlanmacı, laik sol düşünce biçimini savunan yapıyı acımasızca eleştirme yerine, son dönemde CHP içindeki değişim ve demokratikleşme çabalarını da dikkate alarak Türk sosyal demokrasisini güçlendirecek yönde söylem geliştirmeleri ülke için daha yararlıdır. Sosyal demokrasisi güçlendiği ölçüde Türkiye daha çağdaş, daha paylaşımcı bir ülke olabilir. Tartışmalar ve toplumsal düşünüş ve duyuş daha bilimsel ve modern düzeylere çıkar. Yoksa şöyle mi düşünüyorlar: Ordunun pasifize edilmesi için bir süre daha AKP ile işbirliği yapalım, sonra durumu değerlendiririz. Ancak o zaman çok geç olabilir. Bu yaklaşım biçimi, Türkiye’deki entelektüel düzeyi giderek daha dogmatik eksene kaydırmaktadır.
AKP’ye karşı oldukça hoşgörülü olan liberal yazarların aynı duyarlılığı Türk soluna da göstermeleri en azından bir vefa borcudur. Çünkü hatasıyla sevabıyla, Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar gelen aydınlanmacı, akılcı rüzgarlardan beslenen sol düşüncenin olmadığı bir Türkiye oldukça renksiz, dogmatik tartışmaların çok daha yoğun yaşandığı, belki de liberallerin savunduğu siyasal düşünceye bile tahammül edilemeyen bir ülke olurdu.