Şapkasız Asla

Ben çocukken şapka giymeyi hiç sevmezdim. Annemin “oğlum güneş geçmesin, al şunu başına tak” dediğini hep anımsarım. İstemeyerek de olsa başıma geçirir ama bir süre sonra çıkarırdım. Sıkılırdım şapkadan. Üstelik başımın terlediğini hisseder, tepemde böyle bir nesnenin bulunmasından rahatsız olurdum. Ağırlık taşıyormuşum hissi verirdi bu bana. Annemin ısrarlarına maruz kalmamak için de sıvışırdım hemen yanından. Yıllar geçip de artık annemin sözlerine muhatap olmama ihtiyaç kalmayan zamanlarda şapkayı ne anımsadım ne de düşündüm. Yıllarca onsuz yaşamanın keyfini çıkardım sayılır. Güneş altında gezindiğim günlerde bile şapkasızdım. Ta ki on-on beş yıl önce saçlarım iyice dökülüp de başımda alnımın hemen gerisinde kahverengi lekeleri fark edinceye değin          

Komşumuz cilt hekimiydi. Bir gün bu lekeleri ona sordum. “Güneş lekeleri bunlar, başına bir şey tak,” dedi. Ne olduysa o gün oldu. Annesinin sözünü dinlemeyen, onun yıllar öncesinden gördüğü gerçeğe kayıtsız kalan çocuk şimdi doktorun tanısını yüzünde bir tokat gibi hissetmişti.

İşin uzmanından gelen öneriyi dikkate almak zorundaydım. Çocukluğunda, gençliğinde şapkadan sıkılan ben o tarihten sonra bir daha onsuz dışarıya çıkmadım. O, vücudumun âdeta bir parçası olmuştu. Hava güneşli olsun olmasın, yaz, kış fark etmeksizin dışarıya her çıkışımda elbisemi, ayakkabılarımı giyer gibi onu da başıma takıyor, yola öyle koyuluyordum. Yazın beni güneşten koruyan şapkam, kışın da ihtiyaç haline gelmişti. Bir yandan dökülen saçlar, diğer yandan onu sürekli takmanın getirdiği bedensel alışkanlık şapkasız olduğumda başımın üşümesine neden oluyordu. Ben de sıcak, soğuk demeden dışarıda hep şapkalı oldum.    

Çevremdeki insanların beni şapkayla bütünleştirdiğini düşünüyorum. Neden derseniz, kazara dışarıda beni başım açıkken gören tanıdıklarımın bana hayretler içinde baktığını duyumsuyorum; birbirimize armağanlar aldığımız özel günlerde bana şapkayı uygun gören arkadaşlarım bile oldu.  

Şapka deyince Attila İlhan geliyor aklıma. Kapalı yerlerde bile kasketsiz görmedik büyük şairi. Kasket bir aksesuardı onun için ve ona çok yakışıyordu. Kasketiyle bir bütün olmuştu benim için. Şapkasız görseydim eğer çok şaşırırdım. Ben bu konuda onun kadar olamadım. En azından kapalı yerlerde başım açık. Çeşidim çok olmasa da tek bir modele bağlı değilim.

Şapka giymeye başladığım ilk günlerde kendime uygun bir tür bulmaya çalıştım. Fötr şapka bana göre değildi. Onu giyecek kadar ağırbaşlı bir insan sayılmazdım. Kalıplara uymayan, kurulu düzeni sorgulayan, arayış içindeki ruhum fötr şapkaya uymuyordu. En azından ben böyle düşünüyordum. Attila İlhan ya da mitinglerdeki Bülent Ecevit tarzı kasketlerin de bana çok yakışmadığını hissettim. Sonunda daha pratik, kep tarzı spor türde karar kıldım. Şu sıralarda birkaç farklı biçim ve renkte kep tipindeki şapkalarla günler geçip gidiyor.

Şimdi düşünüyorum da insan ne garip; birbirinden ne denli farklı duygular içinde olabiliyor, bir zamanlar nefret ettiğini şimdi nasıl sevebiliyor. Gençliğinde şapkayı hiç sevmeyen ben şimdilerde kepsiz olamıyorum. Onsuz kendimi eksik hissediyorum, en azından dışarıda, açık havada. İnsan böyle işte. Tercihlerimiz zamanla alışkanlıklarımız olup çıkıyor. Bir gereksinimden doğmuş olsa bile, nesnelere alışmak, onlarsız olamamak, giderek o nesneleri sevmek ve yaşamımızın bir parçası yapmak biz insanların önemli özelliklerinden olsa gerek. Bu durum, diğer canlılarda var mı bilmiyorum ama varsa bile bizdeki kadar duyumsanarak yaşandığını sanmıyorum. 

27 Tüm Zamanlar 1 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir