Bağışıklık Sistemi ve Hastalıklardan Korunma

Bağışıklık sistemi olarak da bilinen immün sistem insanı birçok hastalıktan koruyan ve vücutta yayılmış olarak bulunan bir savunma mekanizmasıdır. Temel görevi vücudu potansiyel zararlı maddelere karşı korumaktır. Öyleki bu sistem olmasaydı yaşam da mümkün olmazdı. Çevremiz çok çeşitli zararlı maddelerle ve mikroplarla doludur. Hatta bu mikroplardan bazıları deride, barsaklarda, ağızda bile bulunur. Ancak biz infeksiyon hastalıklarına yakalanmayız. Vücutta sürekli olarak kanser hücreleri oluşur, ancak bunlar bir şekilde yok edilir ve kanser olmayız. İşte tüm bunların en önemli nedeni, bağışıklık sistemimizin düzgün çalışmasıdır. Nitekim bağışıklık sistemi zayıflamış kişilerde infeksiyonlar ve kanser başta olmak üzere hastalıklara yakalanma ihtimali artmıştır.

İnsanda başlıca iki türlü bağışıklık vardır: Birincisi doğal bağışıklık dediğimiz doğuştan itibaren oluşmuş savunma sistemidir. Örneğin deri, ter, mide asidi, göz yaşı, mukus bunlar arasında sayılabilir. Potansiyel zararlı maddeler vücudun bu dış bariyerlerini geçerse doğal bağışıklık sisteminin diğer elemanları bunları yok etmeye çalışacaktır. Bunlar akyuvarlar, kan proteinleri ve vücudun değişik kimyasal maddeleridir. İltihaplanma dediğimiz olay aslında vücudu zararlı maddelere karşı koruyan ve bunların çevreyle ilişkisini keserek onu hapseden bir savunma sistemidir. Bu noktada doğal bağışıklığın yanısıra kazanılmış bağışıklık ta devreye girer. Kazanılmış bağışıklık vücut, antijen denilen maddelerle karşılaştığında ortaya çıkar. Antijenler, genelde protein yapısında olan ve hücrelerin, bakterilerin, virüslerin, mantarların, toksik ve kimyasal yabancı maddelerin yüzeyinde bulunan büyük moleküllerdir. Vücut, bunlarla karşılaştığında iki türlü yanıt verir: Birincisi hücresel bağışıklık dediğimiz durumdur. Burada T lenfositleri denilen bir çeşit akyuvarlar rol alır. Bunlar antijenleri tanır ve doğrudan ona saldırır. Bu hücreler bağışıklık sisteminin belleğini oluşturur. Bir daha aynı maddeyle karşılaştığında onu yok etmesi daha kolaydır. İkinci tür kazanılmış bağışıklık ise hümoral bağışıklıktır. Bunda B tipi lenfositler rol alır ve antijenle karşılaştığında antikor denilen protein yapısında maddeler üretir. Bu antikorlar antijenlerle birleşerek onların yok edilmesini kolaylaştırır.

Yaşamımızın belli dönemlerinde bağışıklık sisteminde zayıflıklar olur. Bu dönemlerden birisi yenidoğan dönemidir. Rahim içerisindeki fetus, hemen hemen tüm mikroplardan ve diğer antijenlerden korunmuş durumda ve steril bir ortamdadır. Dolayısıyla antijenlerin bol olduğu bir dünyaya birdenbire doğma, bağışıklık mekanizmalarının gelişmesi için güçlü bir uyaran etkisi gösterir, ancak sistem halihazırda birçok yönden kusurlu ve eksik durumda olduğundan yenidoğan ve küçük bebekler, tehlike içinde olan kimselerdir.

Yenidoğan anneden alınan antikorlarla kendini korur. Bu antikorlar bebek doğduktan sonra azalırken bebeğin kendi antikorlarını yapabilme yeteneği 3 – 6 aydan sonra artmaya başlar. Antikorların yeterli düzeye gelmesi zaman aldığından bebekler yetişkinlere göre infeksiyonlara daha eğilimlidirler. Nitekim yaşamın birinci yılı pnömokok menenjiti ve Hemofilus influenza infeksiyonu gibi birçok ağır infeksiyona karşı bebeğin en elverişli olduğu dönemdir.

Dolayısıyla bebeklerin bakımı özel önem arzeder. Bu çocukların yeterli protein ve kalori almaları bağışıklık sisteminin sağlıklı çalışabilmesi için çok önemlidir. Kalori gereksinimi havaların soğumasıyla birlikte daha da artar. Çocuğun kalori ihtiyacını belirlerken buna da dikkat etmek gerekir. Soğuk havalar ve kış mevsimi infeksiyon hastalıklarının daha sık görüldüğü dönemlerdir. Bunda havaların soğumasıyla birlikte vücut direncindeki azalma kadar, kapalı yerlerde daha sık bulunulması nedeniyle mikropların bulaşmasının daha kolay olmasının rolü vardır. İnfeksiyonu olan kişilerin herkesten, ama özellikle bebeklerden uzak durması gerekir.

Fetus, anneden antikorları gebeliğin daha çok son 3 ayında alır. Bu nedenle gebeliğin 34. haftası tamamlanmadan önce doğan bir bebekte önemli bir savunma sistemi eksikliği olur. Bu da prematüre bebeklerin neden infeksiyonlara daha eğilimli olduğunu ve özel bir bakıma ihtiyaç duyulduğunu açıklamaktadır.

Anneden alınan antikorların bebekte kalma süresi hastalıktan hastalığa değişir. Örneğin kızamık antikorları bir yıl, boğmaca antikorları ise yalnızca bir ay süreyle varlıklarını korurlar. Bu antikorlar varken yapılan aşılamalar çocukta yeteri kadar antikor oluşumunu engelleyeceğinden aşılamada buna dikkat etmek gerekir. Zaten oluşturulmuş aşı takvimleri de bunlar dikkate alınarak hazırlanmıştır. Bu nedenle bebeklerin aşılanma tarihlerine titizlikle uymak yeterli bağışıklığı oluşturmak bakımından büyük önem taşır.

Bağışıklık sisteminin zayıfladığı bir diğer grup yaşlılardır. Bunun değişik nedenleri vardır. Birincisi timus bezi denilen ve iki akciğer arasında bulunan organın yaşla birlikte küçülmeye başlamasıdır. Bu organın bağışıklık sisteminin yanısıra sinir ve hormon sistemiyle de yakın ilişkisi vardır. T ve B lenfosit fonksiyonlarındaki azalma, antijenlere karşı antikor yanıtındaki düşüşler de bağışıklık sisteminin zayıflamasına katkıda bulunur. Yaşlılardaki beslenme yetersizlikleri ve stres gibi bazı diğer faktörlerin de bunda rolü olabilir. Tüm bu nedenlerden dolayı yaşlılar infeksiyonlara daha açıktır. Kanser görülme oranı artmıştır. Otoimmün hastalıklar da daha sık görülür. Normal bir insanda vücuttaki proteinlere karşı antikor oluşturulmaz, bağışıklık sistemi herhangi bir saldırıda bulunmaz. Otoimmün hastalıklarda ise bağışıklık sistemi hücrelerdeki bazı proteinleri yabancı antijen gibi algılar ve sanki bir mikroba ya da yabancı maddeye yanıt verir gibi saldırır, bunun sonucunda çok çeşitli hastalıklar ortaya çıkar. Daha çok bağ dokusunu ilgilendiren ve romatizmal hastalıklar olarak da bilinen bozukluklar görülür. Örneğin lupus, skleroderma, dermatomiyoz bunlar arsında sayılabilir. Bu hastalıklarda immün yanıtı azaltmak için kortizonlu ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlar da bağışıklık sisteminin diğer elemanlarını olumsuz etkileyeceğinden bunları kullananlarda infeksiyon hastalıklarına eğilim artar. Yaşlılarda kışın infeksiyonlara yakalanma riski daha da artmıştır. Bu nedenle influenzaya karşı grip aşısı yapılabilir. Bu virüs kendini çok sık değiştirdiğinden bir yıl yapılan bir aşı diğer yıl etkili olmamaktadır. Çok farklı virüsler olduğundan ve yapılan aşı da yalnızca birkaç virüs için hazırlandığından gribe karşı mutlak koruyucu olmamaktadır.

Kronik obstrüktif akciğer hastalıkları, kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, nefrotik sendrom, siroz ve şeker hastalığı gibi kronik hastalıkları olan kişiler de infeksiyonlara daha açıktır. Kronik akciğer hastalıkları olanlarda sık solunum infeksiyonları olur. Diabetliler cilt ve idrar yolları dahil olmak üzere çeşitli infeksiyonlara daha duyarlıdırlar. Bir nedenle dalağı çıkarılmış kimselerde ve multipl miyelom denilen kemik iliği hastalığı olan kimselerde infeksiyonlar daha sık görülür. Bu nedenle kronik hastalığı olan bu tür kişilere ve hatta 65 yaş üzerindeki tüm yaşlılara pnömokok aşısı yapılabilir. Bu kişilerin hekimlerine danışarak bu konuda fikir almaları ve önerilerine uymaları gerekir.

Doğru beslenmenin bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkisi vardır. Protein-kalori eksikliği, vitamin yetersizlikleri, bakır, demir, çinko, magnezyum ve selenyum fazlalığı ya da eksikliği bağışıklık sistemini zayıflatır. Kolesterol, doymuş ya da doymamış yağ asitlerinin aşırı alımının da bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz etkisi olduğu bilinmektedir. Dengeli beslenmeye geçildiğinde bozuklukların birçoğu düzelmektedir. Ancak kalıcı hasarlar da oluşabilir. Bu nedenle sağlıklı beslenme infeksiyon ve kanser gibi hastalıklara yakalanmamak bakımından çok önemlidir. Bunun için dışarıdan vitamin almak gerekmez. Değişik sebze ve meyveler içeren yiyeceklerden günde 5 porsiyon tüketmek, hayvansal yağ ve et tüketimini ve alkol alımını azaltmak ya da alkol içmiyorsanız içmemeye devam etmek doğru beslenmenin gerekleridir.

Sigara, hava kirliliği gibi toksik maddelerin de infeksiyonlar ve kanser riskini artırdığı bilinmektedir. Özellikle kış mevsiminde ısınma ihtiyacı nedeniyle hava kirliliğine maruz kalma daha çok olmaktadır. Yine kışın kapalı yerlerde daha çok sigara tüketiminden dolayı içmeyenlerin de sigara dumanıyla karşılaşma ihtimali artmaktadır. Bunlardan korunma ise kişisel olduğu kadar toplumsal çözümleri de gerektirmektedir.

2970 Tüm Zamanlar 1 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir