Tek Boyutlu İnsan İstemiyoruz

Günümüz dünyasında uzmanlık, hemen her alanda eskiye göre daha çok arzu edilen ve öne çıkarılan bir özellik haline geldi. Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler, bilginin hızla artması ve yayılması, öğrenmeyi kolaylaştırmak için bilgilerin sınıflanması gereğinden dolayı, günümüzde uzmanlığa olan ihtiyacı artırmış durumda.

Yaşamın giderek daha karmaşık hale gelmesi, üretim ve tüketim ilişkilerinin çeşitlenmesi uzmanlığın daha da ön plana çıkarılmasına neden olmuştur. Neredeyse çağımıza ‘uzmanlar çağı’ diyebiliriz.

Günümüzdeki bu artmış uzmanlaşmanın mahzurları yok mu? Tabii ki var. Ömrümüzün büyük kısmı mesleğimizi uygulayarak geçiyor. Düşüncelerimiz kolaylıkla işimiz çerçevesinde biçimlenebiliyor. Ne yazık ki yaşamı meslek alanıyla sınırlı tutan kişiler, olaylara tek yönlü bakabiliyor. Yaşamın derinliği kaybolup gidiyor. Ömrünü belli bir alana vakfederek zirveye çıkan insanların öykülerini hepimiz okumuşuzdur. Tatil yapmadan yıllarca işinin başında olduğunu ve çalışmaktan büyük mutluluk duyduğunu söyleyen iş sahiplerini hepimiz biliriz. Bu ifadeler toplumda büyük övünç kaynağı olmakta, kimi zaman insanların hayranlık duyduğu özellikler olarak karşımıza çıkmakta. Peki bunlar doğru mu? Yaşam yalnızca bir alana sıkıştırılabilecek, mesleki sınıflamalarla anlaşılabilecek kadar dar ve basit mi? Bir alana ömrünü vakfetmek, belki bir yönüyle yararlı olmuştur, ama öte yandan bazı alanlarda eksik ve güdük kalmanın da göstergesi olamaz mı?

Tüm faaliyetlerimiz sonuçta beyinsel gücümüzün bir ifadesidir. Bugün yeryüzünde 4000 civarında dil konuşulabilmekte. Bu demektir ki beynimiz 4000, belki de çok daha fazla dili konuşabilecek kapasitede, ama bizler yalnızca bir ya da birkaç dili konuşabiliyoruz. Bu şu anlama geliyor: Daha küçük yaşlardan itibaren beyinsel kapasitemizi sınırlamaya başlıyoruz. Hangi dile maruz kalırsak onu ifade ediyoruz. Ancak o dilde konuşabiliyoruz. Beyinsel kapasitenin sınırlanması yalnızca dil alanında değil, yaşamın her alanında kendini gösteriyor. Neyi almışsak onu ortaya koyuyoruz. Yeni fikirlermiş gibi sunulan birçok düşünce bize verilenin, bir anlamda ezberimizin değişik şekillerde ifadesindan başka bir şey değil. Hemen her tartışmada mevziilerimizi almakta, düşüncelerimizi tek doğrularmış gibi savunmaktayız. Aslında çoğu zaman bu tartışmalarda söylediklerimiz, Bertrand Russel’ın söylediği gibi bize öğretilenlerin değişik kelime ve cümlelerle yeniden ifadesindan başka bir şey değil.

Dünyaya yeniden gelseler yine aynı mesleği seçeceklerini söyleyen insanlar pek de az sayılmaz. Bu da aslında yaşamı bu yönüyle görüp tanımış, başka meslekler konusunda fikri olmayan, yaşama kendi meslek aynasından bakan insanların, alışkanlıklarına devam etme isteğinin bir göstergesidir.

Zaman zaman uzmanlığın kişinin toplum içinde kendisini imtiyazlı hissetmesinin aracı olarak kullanılabildiğini de görebiliyoruz. Meslek jargonunun yerli yersiz kullanılmasıyla bu daha da pekiştiriliyor. Sanki bir alanda bilgi birikimine ulaşmakla herşey biliniyormuş gibi. Halbuki Socrates ne güzel söylemiş: ‘Tek bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimdir.’ Bu yönüyle baktığınızda bildiğini, kendine aşırı güvenle tek doğruymuş gibi sunan insanların aslında ne denli yaşam cahili olduklarını hisseder gibi oluyorsunuz.

Beyinsel kapasitemiz, böylesine çok yönlü potansiyele sahipken, onu sınırlandırmak, belli bir alana yöneltmek ne derece insan doğasına uygun? Bireyi, toplumun dişli çarkının yalnızca tek bir dişine, zincirin bir tek halkasına indirmek ne kadar doğru?
Günümüz dünyasında teknolojiden vaz geçemeyeceğimize göre uzmanlıklar da olacak. Burada önemli olan uzmanlığa yaşamın içindeki pay kadar değer vermek. Bilinçleri bu şekilde geliştirmek. Bu noktada ilkokul, hatta okul öncesinden başlayan eğitim sistemi büyük önem kazanıyor. Uzmanlığın esas olarak verildiği yer üniversite ve yüksek okullar olduğuna göre buradaki eğitimin payı büyük. Yapacakları işin yaşamın yalnızca bir parçası olduğu duygusunu öğrencilere vermek çok önemli. Yaşamın yalnızca meslek olmadığı, mesleğin bazan büyük resmin farklı yönlerini görmeyi engelleyen bir faktör bile olabileceği öğretilmeli. Meslek bilgileri yanında genel felsefe ve meslek felsefesi verilmeli, sanat ve edebiyat anlayışı oluşturulmalı. Mesleği yaşamın diğer alanlarına bağlayan özellikler, yaratıcı düşüncenin yerleşmesini sağlayacak yönde geliştirilmeli.

Tabii tüm bu düzenlemeler hayali ve naif gelebilir. Hele insanın değil de kazancın odak alındığı bir dünya sisteminde, üretmek ve tüketmek hızının alabildiğine fazla olmasının arzulandığı bir düzende bunu yapabilmek bugünden yarına olabilecek şeyler değil. Çünkü kazanç merkezli bir sistem, bireyin diğer düşünsel ve ruhsal faaliyetlerini gözardı ederek işine odaklanmış insanların bir an önce yetişmesini ister. O yüzden eğitim sistemindeki değişikliğin dünya ekonomik sistemindeki değişiklikten bağımsız gerçekleştirilmesi mümkün değildir.

Daha rasyonel, merkezinde insanın olduğu bir dünyada teknolojik gelişme ve çeşitlenme mekanik anlamda belki daha yavaş işliyor gibi görünebilir, ama böyle bir dünyada insan, doğasına daha uygun ve daha mutlu yaşar. Aslında yaşamın amacı da bu değil midir? Bireyler sistemin yürümesi için tek boyutlu düşünen insanlar olarak yetiştirilmemeli, meslekler insan mutluluğunun aracı haline getirilmelidir.

1428 Tüm Zamanlar 1 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir