Normaldeki Anormallik

Tıp fakültesindeyken psikiyatri hocamızın söylediklerini dün gibi anımsıyorum: “Normal ile nevroz arasındaki fark, düşünce ya da davranışın günlük hayatınızı engelleyip engellememesiyle anlaşılır. Düşünce ve davranış hayatınızı etkiliyor, işinizi yapmanıza engel oluyorsa nevroz, yaşantınızı bozmuyorsa normal demektir.” Hatta bunun için bir de örnek vermişti: “Kutu koleksiyonu yapan bir insanı ele alalım. Bu kişi koleksiyonculuğu hayatının merkezine alıyor, bunu takıntılı biçimde yapıyor, günlük işlerini aksatıyorsa bu nevrozdur. Ama bu işi hobi olarak yapıyor, yaşantısını olumsuz etkilemeden sürdürüyorsa bu normal bir davranıştır.”

Normal ile anormal sınırının bu denli muğlak çizilmesi o gün beni tatmin etmemişti. Psikiyatri gibi bir bilim dalının anormal davranışı normalden böylesine belirsiz bir biçimde ayırt etmesi bende hayal kırıklığı yaratmıştı. Ayırıcı tanının objektif kriterleri olmalıydı. Yalnızca bir işi niceliksel olarak fazla yapmak bir kişiye anormal demek için yeterli olabilir miydi?

Sonra yıllar geçti. Gençlik döneminin naifliğinde çok anlam veremediğim bu ayrım yıllar sonra normal dediğimiz insanların düşünce ve davranış desenini görüp öğrendikçe bana çok da anlamsız gelmemeye başladı. İnsanı tanıdıkça daha az hayret etmeye, daha az şaşırmaya başladım. Bize insanoğlunun akılcı bir yaratık olduğu söylenip durmuştu. Ya da biz öyle algılamıştık. Gençliğimde bu düşünceye ne kadar coşku ve heyecanla sarıldığımızı anımsarım. Oysa bizim sağduyu olarak kabul ettiğimiz birçok değerde çarpıklıklar olduğu halde anormal olduğunu söylediğimiz düşüncelerde de akılcılığın şahikası vardı.

HIRSIZLAR MAĞARASI DENEYİ

İnsana ait normal diye kabul ettiğimiz anormallikler saymakla bitmez. Belki bunlara bir gün döneriz ama şu günlerde benim en çok dikkatimi çeken aidiyet duygusuyla dışarıyı şeytanlaştırma, normal diye bilinen insanların sırf farklı gruptan diye başka insanlara karşı düşmanlık beslemesi.

Muzaffer Şerif Türk asıllı Amerikalı bir sosyal psikologdur. Sosyal psikolojinin kurucu öncüleri arasındadır. ABD’de yaşadığı yıllarda insan grupları arasındaki ilişkiler üzerine yaptığı bir deney “Hırsızlar Mağarası Deneyi” olarak bilinir. Bu deneyde daha önceden tanışık olmayan normal çocuklar rastgele iki gruba ayrılır. Birbirlerinden uzakta iki ayrı kampa yerleştirilir. Birinci haftanın sonunda iki grubun birbiriyle temas etmesi sağlanır. Spor yarışmaları gibi birçok etkinlik düzenlenir.

Gelin görün ki ikinci haftanın sonunda gruplar arasında düşmanlık oluşmuştur. Aralarında küfürleşmeler ve karşılıklı saldırılar olur. Ortak yemekler, birlikte film izlemeler bile bu düşmanlığı durdurmaz. Gruplar her fırsatta birbirlerine saldırmayı sürdürürler. Ancak uzun çabalar ve üst düzey hedefler sonrası aralarındaki düşmanlık ve çatışma azalma yoluna girer. (A. Kayaoğlu-Ç. Kırel, Sosyal Psikoloji-II, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2019.) Bu deney, tek suçu farklı gruplara ait olmak olan insanların birbirlerinden nefret etmelerinin tipik bir örneğidir.

İrrasyonel insan davranışlarına ait en iyi tanımlanmış örneklerden biri kalıp yargılardır. Kalıp yargılar, önyargıların oluşmasına neden olan dışımızdaki bir sosyal grup hakkında oluşturduğumuz bilgi ve inanç sistemleridir. Dünyayla kolayca baş edebilmek için basit düşünce şemaları oluşturur, dünyayı biz ve onlar olarak ikiye böleriz. Bu sosyal psikolojide çok iyi bilinen bir sosyal kategorizasyon şeklidir.

Öyle ki kendi çevremize ait benzerlikleri ön plana çıkarırken diğer gruplarla olan farklılıklarımızı abartırız. (A. Kayaoğlu-Ç. Kırel, Sosyal Psikoloji-II.) Örneğin Almanya’da yaşayan bir Sivaslı bir Malatyalıyı Türkiye’dekine göre kendine daha yakın sayar. Belki de ülkesinde hemşericilik nedeniyle dışlayacağı bir insanı orada rahatlıkla benimseyebilir. Biz insanlar dış grup üyelerinin kendi grubumuzdaki bireylere kıyasla birbirlerine daha fazla benzediğine ilişkin algısal bir yanılgı içindeyizdir. Bu nedenle de dışımızdaki grubu topyekûn dışlama eğilimine gireriz.

İzlediğim bir filmde köylü bir anne oğluna “Töremize aykırı davranamazsın, sen bizim örfümüzü, âdetimizi devam ettirmelisin” diye çıkışıyordu, elbette törenin akılcı olup olmadığını sorgulamaksızın. Bu, yalnızca kırsal yöre insanının değil, kimi zaman eğitimli diye bildiğimiz kişilerin de davranış modeli olabiliyor. Köyde örf, âdet, kentte alışkanlık ve kalıplaşmış düşünce biçimi olup çıkıyor.

Örneğin entelektüel olarak bildiğimiz yazarların bile futbolda bazen fanatizme varan takım tutmalarını nasıl açıklayabiliriz? Bu insanların toplumsal ve ekonomik konularda adalet isteyen akılcı görüşlerini hararetle savunmalarını anlıyorum da aynı kişilerin benzer duyguları tuttukları futbol takımı üzerinden göstermelerini anlamakta güçlük çekiyorum. Adalet isterken hissedilen öfkenin futbol takımını savunurken gösterilmesi hiç de akılcı görünmüyor.

RASYONEL ANLAMI VAR MI?

İnsanlardaki gruplaşma ve aidiyet duygusunun birçok durumda rasyonel bir anlamı yok gibi geliyor bana. Herhalde “homo sapiens”in insanlaşma sürecinde düşmanlarından korunmak için bir arada olmanın yararından dolayı bugüne kadar getirmiş olduğu genetik kalıntılar bunlar.

Sağduyulu, normal bildiğimiz insanların anormal davranışlarıyla hemen her alanda karşılaşıyoruz. Bu durumda normal, anormalle karışıyor, sınırlar bulanıklaşıyor. Bunların çoğu zaman ayırdında bile olamıyoruz. Normal kabul ettiklerimizdeki anormalliği görebilmek için bakış açımızı değiştirmeye ihtiyacımız var.

Kaynak : 11 Temmuz 2021 Cumhuriyet

2027 Tüm Zamanlar 1 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir