Hayatın Anlamı

İlkçağ filozoflarından Sokrates, “Mutlu bir ömür sürmenin yolu erdemli olmaktan geçer” demiş. Hazzı gelip geçici hevesler olarak tanımlamış ve insanı mutlu edemeyeceğini söylemiş. İnsan mutluluğunu sağlayan en önemli etmen neden erdem olsun ki? Haz gibi, insan dahil gelişmiş tüm canlılara keyif ve zevk veren ve yaşamamızı sağlayan biyolojik bir saikin bu şekilde aşağılanmasının nedeni ne olabilir? Bence bunun en önemli nedeni başkalarıyla yaşamak zorunda olan insanın kişisel haz arayışlarının zaman zaman diğer insanların aleyhine işleyebilmesi, toplumun tepkisini çekebilmesidir. Oysa başkalarına muhtaç olan insan ancak diğer kişileri dikkate alarak hayatına anlam katabilir.  

İnsan bu dünyaya fırlatılmış, öleceğini bilerek yaşayan belki de tek canlıdır. Yunus’un dediği gibi “Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan” minvalinde sürdürür hayatını. Yalnızdır. Yalnızlığı onun varoluşsal kaderidir ve insana acı verir. Bu nedenle bir an önce yalnızlığından kurtulması gerekir. Yalnızlığı düşünmediğiniz zaman yalnızlıktan ancak geçici olarak kurtulursunuz, tıpkı diğer duyguları ötelediğinizde onlardan kurtulmak gibi. Doğal olarak insan her zaman yalnızlığını düşünmez. Çünkü bu düşünceyle yaşamak mümkün değildir. Düşüncelerini, duygularını bastırır. Korkularını öteler. Unutmak burada da devreye girer ve insan için hayati derecede yararlıdır. Şükürler olsun ki sinir sisteminin biyolojisi buna çok uygundur. Ya da şöyle diyebiliriz: İnsanın hayatta kalabilmesi için biyolojimizin zaten böyle olması gerekirdi, tersi hayatla bağdaşmazdı. Tek tek bireylerde sapmalar görülse bile büyük çoğunluk unutmaya ve hayat yolunda ilerlemeye devam eder.

Hayata anlam vermeye çalışan insan gözlem yapar, düşünür. Bilim bundan doğmuştur. Hayatın nedenini bulamasa da onu anlamada bazı ipuçları elde eder. Gelecekte bilim nereye evrilir, hayatın orijinini bulur mu şimdiden bilemeyiz ama bu uğraş bizatihi birçok insan için hayatın anlamı olmuştur.  

 Toplu halde yaşamaya mahkûm olan insan başka arayışlar içine de girer. Sanat insan için kurtarıcı bir hareket alanıdır. Onunla kendini ifade eder, acılarını unutur, mutlu olur, ürettiklerini paylaşarak insan kardeşleriyle bağ kurar, yalnızlığını öteler.  

Din, insanın ölümlülüğünü yenmesi için geliştirdiği müthiş bir sistem, belki de en güçlüsüdür. İster tek tanrılı, isterse Budizm, Hinduizm gibi arkaik dinler olsun, temel vurgu insanın ölümsüzlüğünedir. Tek tanrılı dinlerde cennet, cehennem, diğerlerinde karma anlayışı ile insanın sonsuzluğu öne çıkarılır. İnsan öyle bir yaratıktır ki inanç denen psikolojik özelliği ile bunları kabul eder ve kendisini rahatlatır. Bazı insanlarda bu özellik çok güçlüdür. İnancın her zaman dinsel olması gerekmez. Hayatı anlamak ve yorumlamak için devamlı olarak analitik ve bilimsel düşünemeyiz. Çünkü bu pratik değildir ve hayatın akışıyla da bağdaşmayabilir. Bazen de analizin kendisi mutsuzluk verir. İşte bu nedenlerle inançlar, basit düşünce şemaları ve kalıp yargılar devreye girer, hayatı o kişi için anlamlı kılar.  

Dinsel yönelmeyi tatmin edici bulmayan birçok insan başka yollarla yalnızlığını yenmeye çalışır. Yaşamımızın niteliğini belirleyen, yaptığımız işlerden çok hissettiklerimizdir, yani duygularımızdır. Aslında ne hissediyorsak biz oyuzdur. Sevginin insanlık tarihi boyunca bu kadar öne çıkarılmasının nedeni insana güzel duygular yaşatmasından olsa gerek. Aile sevgisi, dostluklar, sevginin yaşattığı duygulanımlar aracılığıyla yalnızlığımızı yenmede bize yardımcı olur.   

Hayatın anlamıyla meşgul olan faaliyet alanlarının en öne çıkanlarından biri felsefedir. Filozofların farklı düşüncelerde görünseler bile ortak amaçlarının hayatı anlamak, hayatlarımıza yön vermek olduğunu söyleyebiliriz.

Hayatın anlamı konusunda filozof olsun olmasın herkesin az çok bir fikri vardır. Bana sorarsanız hayatın tek başına bir anlamı yoktur. Hayatın anlamı sizin ona verdiğiniz anlamdır. Hayatın anlamı konusunda fikir yürütenler, kendilerince ona yükledikleri anlamı dillendirmektedirler.

İnsanın başka birçok canlıda gördüğümüzün tersine tek başına yaşayamaması, diğer insanlarla birlikte yaşamak zorunda olması ona birçok kazanım sağlarken bazı sorumluluklar da yüklemiştir. Bu da özgeciliği yani diğer insanları düşünmeyi ve dikkate almayı gerektirmiştir. Çünkü bu olmazsa toplum dağılır ve yaşam mümkün olmaz. Kanımca bu özellik de nesilden nesile aktarılarak gönüllülüğe ve alışkanlığa dayanan düşünce ve davranış kalıplarının oluşmasına neden olmuştur. O yüzden başkasına yardım etmekten haz duyuyor, güzellikleri diğer insanlarla paylaşmaktan mutlu oluyoruz. Erdemli bir hayatın temeli de budur. Bu nedenle Sokrates’in iyi bir ömür için erdemi öne çıkarması ne kadar doğruysa hazzı aşağılaması da o kadar yanlıştır. Erdem de kişiye haz vermektedir ve böyle olduğu sürece devam ettirilebilir. İnsan hayatında başarı ve mutluluk, özgecilik ile biyolojik saiklerin sağladığı hazzı dengeli bir şekilde devam ettirebilmekle elde edilir. Erdemin olmadığı yerde toplumsal devamlılık, hazzın yadsındığı yerde biyolojik hayat olmaz. Bu birlikteliği yadsıyan toplumlar gizli ve sahte hayatlara mahkûm olurlar. Hayata anlam arayışında olan tüm felsefi düşünce ve ideolojilerin bu birlikteliği dikkate alması gerekir.    

3364 Tüm Zamanlar 6 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir