İnsan Olmak Zor Zanaat

Yıllar önce bir entelektüelden şuna benzer bir söz işitmiştim: “Nereden biliyorsun senin söylediklerinin doğru olduğunu? Dinsel açıklamalarda bile doğru bir yan olamaz mı? Her söyleneni dikkate almalı ve tartışabilmeliyiz. Demokrasi bunu gerektirir.”

Dilimize pelesenk olmuştur: Tüm fikirlere saygılı olmalı, her sorunu rahatlıkla tartışabilmeliyiz. Ancak gerçekler öyle mi? Her şeyi rahatlıkla konuşabiliyor muyuz? Tabii ki hayır. En gelişmiş batı demokrasilerinin bile sınırlamaları var.  En azından kendini korumak için. Modern demokratik tutumun kırmızı çizgileri olmakla birlikte dinsel yaklaşıma göre fikirlere daha açık olduğu ve demokrasiyi sürdürmek koşuluyla her sorunun tartışılmasını arzu eden bir sistem olduğu biliniyor. Demokrasinin tek olmazsa olmazı, iktidara geldiklerinde demokrasiyi ortadan kaldıracak sistemlere izin vermemektir. Bu, söylemesi kolay ancak uygulaması o kadar da kesin çizgilerle saptanamayan bir ilkedir. Bırakın otoriter yönetimleri gelişmiş ülkelerde bile iktidarlar bir yandan anti-demokratik uygulamalarla insanlara yasaklar getirirken diğer yandan yaşanan tüm acı deneyimlere rağmen faşizm, nazizm gibi ideolojiler toplumsal zemin bulabilmektedir.

Doğaldır ki toplumu oluşturan bireyler olarak bizler de çok farklı değiliz. Her konuyu tartışabilir miyiz? Tartışmamız gerektiği söylense de tartışmadığımız, tartışamadığımız da bir gerçek. Öyle olmasaydı toplumsal bilinçaltı dediğimiz evrensel insan özelliği olmazdı. Bununla birlikte demokratik düşüncenin geliştiği toplumlarda tartışma yelpazesinin daha geniş olduğunu görüyoruz. Burada yalnızca ekonomik ve toplumsal sorunları değil, insan olmanın getirdiği varoluşsal çelişki ve ikilemleri de rahatlıkla konuşup konuşamadığımızdan söz ediyorum. Hatta daha çok da buna değinmek istiyorum. Birçok kişinin benzer düşünülen konularda saf tutup muhalif görüşleri dillendirmesi, sisteme eleştiri getirmesi değerli olmakla birlikte her zaman çok zor olmayabilir. Oysa en kabul edilmez, iğrenç kabul ettiğimiz düşünceler ve söylemler karşısında yaptıklarımızdır daha önemli olan. Tabularımız, tartışılmayacak değerlerimiz yok mudur? Olabilir; ancak her söyleneni benimsemesek bile buna ne şekilde reaksiyon verdiğimizdir demokratlıkta belirleyici olan. Bir IŞİD militanı için bu reaksiyon öldürmek iken bir filozof her zaman doğruya ulaşamasa bile akılcı yollarla çözüm arayışına girebilir.

Tartışmalar ihtiyaçlardan doğar. Sıradan biri herhangi bir konuyu tartışma için değerli görmeyecek kadar saçma bulup dikkate almayabilir, ya da tartışmadan kaçmak için böyle yapıyor olabilir, ancak bir zamanlar Freud’un ya da Galile’nin yaptığı gibi her konu akademik çevrelerde zihinsel tutsaklıklardan arınmış olarak tartışılabilir, tartışılmalıdır. Bunu başarabilmiş insan gruplarının daha demokratik olduğunu söyleyebiliriz.

İnsan olmak zor zanaat demişti yazar Bernard Shaw. Zorluğumuzun temelini de evrensel belirsizlik ve buna bağlı olarak insan zihninin esnekliği ve özümüzdeki şiddet oluşturuyor. Bu da insanı bir yanıyla inanca yöneltirken diğer yanıyla sonu gelmez arayışlara itebiliyor. Edebiyat, sanat ve bilim de buradan doğuyor. Bazen de düşünce bir uçta biat kültürüne dayanırken diğer yanda her kafadan farklı sesin çıktığı kaotik ortama yol açabiliyor. Kimi zaman da doğrudan fiziksel şiddete dönüşüyor.

Toplumsal ve bireysel zorluklar hiç bitmeyecek. Sorunlar ve çözümler hep bir döngü içinde devam edecek, biz de hep tartışacağız. Bir kere insan cennetten kovulmuştur. Yaşaması için hayvanlar ve diğer kişiler dahil canlılara ihtiyaç duyar. Bu nedenle doğasında her zaman açığa çıkması mümkün olan bir şiddet özü vardır. Bir yanıyla sevgiyi yaşarken diğer yanı şiddeti çağıracaktır. İnsan saf iyi olsaydı şu düşünce de olmazdı: “İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar.” O yüzden İngiliz krallığından kurtulan Amerikalılar ABD’de başkanlık sistemi oluşturulurken otoriterliğin tekrar hortlamasından tedirginlik yaşayanlara şöyle demişlerdi: “Korkmayın, başkanı ayaklarından öyle bir zincire vuracağız ki bu zincir onu anayasaya bağlayacak, o da anayasasız adım bile atamayacak.” Demem o ki insan, doğası nedeniyle şiddete çok uygun ve güvenilmez. Herhalde bu nedenle çiğ süt emmiştir, demiş eskiler. Kapitalist sistemin insanı bu duruma getirdiği, sömürüyü zirveye çıkardığı ve yabancılaşmaya yol açtığı söylenir. Doğrudur ama kapitalizmin mucidi de insandan başkası değildir.

Şiddet ya da sömürü ezelden beri olagelmiştir. İlk çağlarda belki insanın insanı sömürme olanağı yoktu ama o zaman da şimdiki gibi diğer canlılara karşı şiddet vardı. Bu yüzden insanın hatta canlıların olduğu dünyada kolay bir yaşam ve ebedi bir kurtuluş yok. Tarih hep tekerrür edip duruyor. İnsan bir yandan şiddet, diğer yandan bilinemezlikler ve belirsizlikler ile kuşatılmış durumda.  Zaten tüm tartışma da buradan çıkıyor. Her zaman dikkatli olmak gerekiyor. Yani demokrasi ve kazanımlar hep bıçak sırtında gidiyor ve şu an ülkemizde olduğu gibi kolayca kaybedilebiliyor. Şiddet ve belirsizlik belki umutsuzluk doğuruyor ve kişisel savrulmalara neden oluyor ama yine de tüm bunlar, -konjonktürel bile olsa- toplumsal mutluluk için mücadele etmekten, dürüst ve samimi tartışmalardan bizi alıkoymamalıdır.

Herkese Bilim ve Teknoloji Dergisi, 25 şubat 2022

1685 Tüm Zamanlar 1 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir