Gelişmeye Evet, Ama Ne Pahasına

Ünlü fizikçi Stephen Hawking, “insanlık 3000 yılına değin yeni bir gezegen bulamazsa bu, onun sonu olacak” demiş. 3000 yılını nasıl hesaplamış bilemiyorum ama dünyanın insanlar tarafından âdeta sömürülürcesine tüketildiği bir gerçek.

Teknolojik gelişme öylesine gözü kara biçimde sürüyor ki bir yandan çevre ve doğanın hoyratça kullanılışı, diğer yandan silahlanmanın geldiği nokta insanlık için büyük tehdit oluşturuyor. Einstein ne demişti? “3. Dünya Savaşı olur mu olmaz mı bilemem ama olursa eminim 4. Dünya Savaşı taş ve sopalarla olacak”.

İnsanoğlu en akıllı canlı olmakla övünür. Evrenin merkezine koymuştur kendisini. Hayvanlar, bitkiler, her şey onun içindir. O da alabildiğine kullanır bunları. Doğayı kendi çıkarına dönüştürme düşünden bir an bile vazgeçmez.

Akıllı olmakla övünen insan gerçekten her zaman böyle midir? Referansımız mutluluk ise insanoğlu o denli akıllı görünmüyor. Öyle olsaydı yeryüzü barış ve mutluluğun estiği bir cennet olurdu. Doğaya karşı acımasız olan insan kendi türüne karşı da aynı tutumu benimsemiştir. Akıl, teknolojik gelişmeyi sağlamış ama yeryüzü felaketlerden kurtulamamıştır. Şöyle bir çevrenize bakın her taraf kan gölü. Savaşlar, şiddet ve sömürü hiç bitmiyor ancak insanlık bu dünyada ya da öte dünyada cennet düşünden de vazgeçmiyor.

Teknolojik gelişmeye evet ama ne pahasına? Tarihe baktığımızda endüstriyel ilerleme, insani duyarlılıkla ve doğayı koruyarak gerçekleşmemiş.

Bilimsel gelişmeler her zaman rasyonel çizgisinde giden barış dönemlerinin ürünü olmamış. Ne ilginçtir ki bilim ve tıbbın en geliştiği dönemler arasında savaş zamanları azımsanamayacak bir yer tutuyor. Örneğin askeri malzemeleri kolay taşıma düşüncesi, ulaşım, yol ve köprü mühendisliğinde ilerlemelere yol açmış. Nükleer fiziğin gelişmesinde atom bombasının keşfi çalışmaları büyük rol oynamış. İlk kanser ilacı yine savaş sırasında insanları öldürmek için kullanılan mustard gazının yararlarının keşfiyle ortaya çıkmış.

İnsanoğlu kadar yıkıcı başka bir canlı yok. Kendi türüne olduğu kadar diğer canlılar için de en büyük tehlike insan değil mi? Örneğin yeryüzündeki kurt sayısı 4000’e düşmüş, insan nüfusu ise 7 milyarı buldu. Birçok canlının soyu tükendi bile. Diğer hayvanlar aleyhine adaletsiz, orantısız güç kullanımı bu! Üstelik insanlık adına buna inandırılmışız. İnsanlığın gelişimi için diğer canlılar üzerindeki her türlü kullanım mubah kabul ediliyor. İnsanoğlu sözde doğanın efendisi ya…

Tüketilen kaynak, ‘dünya kadar’ bile olsa yine de olanaklar sınırlı. Çocukluk düşlerimizin o ucu, sınırı belirsiz kocaman dünyası artık o denli büyük değil. Neredeyse her yerine girilmiş, keşfedilmeyen köşesi kalmamış, gizemi kaybolmuş bir dünya artık yaşadığımız yer. Kızılderilinin söylediği gibi paranın ve binaların yenilemeyeceğini bir gün anlayacağız.

Yaşamda çoğu zaman tek doğru yok ama akıllı olmakla övünen insanoğlu kendi inanç ve kültürünün dışındaki toplumlara hep önyargıyla bakıyor. Oysa şöyle düşünmek istemiyor: Bu dünyada benden farklı biçimde yaşayan insanlar varsa benim yaşantım ve inancım tek doğru olmayabilir. Çevreye ve diğer canlılara bakışta da geçerli bu. Örneğin hayvan eti yemeyen kültürlere küçümseyerek bakabilmekteyiz. Vejetaryenleri anlamak gibi bir sorunumuz yok.

Öldürücü hayvan deneyleri insani çelişkiyi anlamakta güzel bir örnek. Bu deneylerin tıbbın ilerlemesine katkıda bulunduğu bir gerçek. Bunun böyle olması deneyleri haklı kılar mı? İnsanların da denek hayvanı olarak kullanılmasının tıbba büyük katkılar sağladığı bir gerçek ama insanları deneylerde hayvanlar gibi kullanmıyoruz. Oysa Nazi döneminde Yahudiler bilimsel deneylerde öldüresiye kullanılmış. Örneğin tek başına kapalı yerde tutulan bir insanın hangi şiddetteki sese dayanabileceğini saptamak için ortama şiddeti giderek artan sesler verilmiş. Kişi yoğun stres altında ölüme terk edilmiş. Şimdi bize ne denli garip ve hunharca geliyor değil mi? Ama hayvanların deneylerde öldüresiye kullanımı bilimin ilerlemesi için gerekli görülüyor. Oysa öldürücü hayvan deneylerini ortadan kaldırırsanız tıp belki daha yavaş gelişir ama daha ahlâki bir zemine oturur. Batı uygarlığının hayvan deneyleri konusunda geldiği nokta deneyleri yasaklamadan, yalnızca bazı iyileştirmeler yapmanın ötesine geçmemiştir.

Yani demem o ki insanlığın gelişimi için atılan her adım, doğru ve adaletli çizgide gitmiyor, çelişkisini de içinde taşıyor. Teknolojik gelişmeye evet ama daha etik olmak koşuluyla. O yüzden tutkuların, duyguların ve inançların tutsağı olmamış beyinlere ihtiyacımız var. Çelişkileri görmek ve bunlara rasyonel çözümler getirmektir asıl olan. Gerekirse daha yavaş ama insana, çevreye ve doğaya daha duyarlı bir gelişmedir istediğimiz. Sahici bir dünya için gerekli olan budur.

930 Tüm Zamanlar 1 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir