Zihinlerde Demokrasi

Demokrasi sadece siyasal ve toplumsal bir kavram değildir. Ondan daha önemlisi kişinin kafasındaki tabu ve şartlanmalardan kurtulabilmesi, bunlarla özgürce yüzleşebilmesidir. Ancak günümüzde hâkim olan düşünce, demokrasiyi seçimlerde oy vermeye ve meclise milletvekili seçmeye indirgemiş durumda. Liderlik de toplumu kendi düşünceleri doğrultusunda yönlendiren kişi olmanın ötesine geçmemekte.

Zihinlerin özgür olmadığı toplumlarda hangi siyasal sistemi kurarsanız kurun sonuç değişmeyecektir. Biçimsel açıdan demokrasi olsa bile gerçek anlamda demokrasi oluşturulamayacaktır. Çünkü kendi içinde demokrat olmayan birey ve liderlerden oluşmuş toplum demokratik olamaz. Ne siyasal sistemi, ne medyası, ne de iş dünyasında demokrasiden söz edilebilir. Örneğin Türkiye’deki Kürt hareketini ve onun siyasal temsilcisi olduğunu söyleyen kapatılan Demokratik Toplum Parti’sinin eski liderini düşünün. Sürekli barış ve demokrasiden söz ederken çocuk, bebek ve kadın ayrımı yapmaksızın sivillere toplu katliam emrini verebilmiş bir kişiyi kendi üstünde bir güç olarak görebilmekte ve o istediği için mecliste kalabileceklerini çekinmeden söyleyebilmektedir. Bu, barış ve demokrasi hareketi midir? Kendilerine gerilla diyen insanlar ve onların destekçileri açısından olaya etik olarak bakalım.
Onlara göre gerilla hareketi Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yapılan bir özgürleşme mücadelesidir. Askere karşı mücadele etmelerini savaşın tarafı olarak kendilerince izah ettiklerini varsayalım. Peki sivillere karşı yapılan terör olayları için ne demeli? Bir an için bu kişilerin emellerine ulaştığını düşünün. Gücünü şiddet ve sivil katliamları üzerinden alan bir hareketin kuracağı düzen ne kadar demokratik ve barışçı olabilir? Bu düzenin hayalini kuran ve gözü kapalı liderlerini destekleyen insanlar bu toplumun özgür ve mutlu bireyleri olabilirler mi? Tabii ki hayır. “Hele bir savaşı kazanalım, sonra nasıl olsa istediğimiz gibi bir sistemi kurabiliriz” diyemezsiniz. Toplumlar geçmişlerinden kurtulamazlar. Sistemler yılların birikimi üzerine oluşturulmuş miraslardır. Ne ekmişseniz onu biçersiniz.

Kişisel dünyasında açık ya da örtülü şiddetin her türlüsünü uygulayan kafalar ne kadar demokrat olabilir? Hukukun üstünlüğü ve adalet kavramını dilinden düşürmeyen, ama yönetim ve üslubunda bariz otokrasi sergileyen politikacı mı demokrasiden yana, yoksa özgürlükçülüğü kimseye bırakmayan, ama kalemini onu bunu karalamak için hoyratça kullanan gazete yazarı mı? Evinde çocuğuna ve eşine şiddet uygulamaktan çekinmeyen, ama grubunda katılımcılığın erdemlerinden söz eden yönetici mi demokrat?

Bireyin kendisiyle yüzleşebilmesine izin veren, yaşamın çelişkilerinde insanın kendisine ve başkalarına karşı samimi ve dürüst olmasını kolaylaştıran, her konunun tartışılabildiği sistemler, gerçek demokrasi toplumuna giden yolu açabilir. Yani bireyleri psikolojik anlamda özgür ve demokrat olan topluluklarda demokrasiden söz edilebilir. Bu durumda siyasal anlamdaki demokrasi zaten olmazsa olmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkar. Bu anlamda yeryüzünde demokratik toplulukların çok sayıda olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Demokratik bir toplumda lider, özgürce oluşmuş bireylerin yönetiminde geçici olarak görev üstlenen kişidir. Bir anlamda orkestra şefidir. Grubun birlikte hareketini kolaylaştıran, görev ve fonksiyonu bittiğinde yerini bir başkasına doğallık içinde bırakan yöneticiden başka biri değildir.

Toplumlarda tabuların yıkılması kolay değildir. Çünkü belli inanç ve alışkanlıklar içinde yaşamak, kendisi için kararlar alabilen kişilerin bulunduğunu bilmek insanoğlunu rahatlatan ve güvende hissetmesini sağlayan, yani belli fonksiyonları olan süreçlerdir. Ancak bu süreçler aynı zamanda mutsuzlukların kaynağı da olabilir. Bu nedenle bireysel farklılıkları dikkate alan, kişinin toplumda güven içinde yaşadığını hissettirecek mekanizmalara ihtiyacımız var. İşte kafalardaki demokrasi burada önem kazanıyor. Yaşamın her alanında fiziksel ya da manevi şiddeti reddeden, güçsüzün güçlü karşısında ezilmesini önleyen, en önemlisi kişinin kendi içinde tabularla özgürce hesaplaşmasına olanak sağlayan değerler sistemidir demokrasi. Bu ülkede böyle bir demokrasi olsaydı örneğin Güneydoğu’da töre baskısından bunalıma giren kızlar ardı ardına intihar etmezlerdi.

Demokrat olmak; kuralsız yaşamayı değil, kuralları koşullar içinde oluşturan, fonksiyonu bitince kaldıran bir anlayışı gerektirir. Demokrasiden söz edebilmek için kişisel farklılıkları dikkate almalı, genel yaklaşımlardan kaçınmalıdır. İnsani farklılıklar, biyolojik olabildiği gibi ruhsal da olabilir. Bu iki durum her zaman birbirinden kolay da ayrılamaz. Günümüz de dahil olmak üzere tarih boyunca toplum için düşünce üreten birçok fikir insanının bunu göz ardı edebildiğini ve tüm insanları aynı kategoride değerlendiren genellemeler içinde olduğunu görüyoruz. Oysa toplumda zayıf ya da güçlü, hasta ya da sakat, yetenekli ya da daha az yetenekli, azınlık ya da çoğunluk mensubu bireyler olduğu unutulmamalıdır.

Farklılıklar her zaman kolaylıkla anlaşılmayabilir de. Aynı insan davranışının bile farklı bedensel ve fizyolojik nedenlerden kaynaklanabildiği, aynı uyaranların farklı biyolojik etkilere neden olabildiği bilim ilerledikçe daha bir aydınlığa kavuşuyor. Örneğin bazı insanların değişime daha açık, bazılarının daha temkinli ya da alışkanlıklara yatkın olmasının bile biyolojik temelleri olduğunu biliyoruz. Görüldüğü gibi bilim burada da işbaşında. Hem de yalnızca sosyal bilimler değil, fen bilimleri de demokratik yaklaşımın ne olması gerektiği konusunda bizi aydınlatabiliyor.

Demokrasi kavramı toplumsal olmasının yanı sıra bir o kadar da bireysel iken, bu kavramı anlamından soyutlayarak bizle alay edercesine dillerine pelesenk etmiş kişileri izlemek insana yalnızca üzüntü veriyor.

1462 Tüm Zamanlar 1 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir