Zihnimizde öne çıkan duygularla düşünüyoruz. Duygularımız değişince düşüncelerimiz de değişiyor. Romen düşünür Cioran “Filozofların düşüncelerini bedensel rahatsızlıkları, hastalıkları, hatta soğuk havalarda hissettikleri ağrılar bile etkilemiştir” der. O da gençliğinde hastalık derecesinde uykusuzluk sorunları yaşamış, bunun da etkisiyle yazılarında derin bir yalnızlık ve umutsuzluk duygusu öne çıkmıştır.
Albert Camus “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar” demiş, ama intihar dışında birçok konuyu tartışmıştır. Yabancı adlı yapıtında roman kahramanı, annesinin ölümünü duygusuz, üzülmeye değmez bir biçimde karşılamıştır, onun için hiçbir şeyin önemi yoktur ama aynı Albert Camus Veba romanında hastalığa karşı kahramanca mücadele eden doktoru içtenlikle savunmuş, hastalık tehdidini dikkate almayan kitleleri duyarsızlıkla suçlamıştır. Yani Camus bir yapıtında duygusuzluğu öne çıkarırken, diğerinde yaşamdan yana tavır almıştır. Kurmaca yapıtlarda yazar, kişileri farklı biçimlendirebilir, bunda bir sakınca yok ancak kişilerin öne çıkan karakterleri, olayların gelişim biçimi, yazarın o sırada zihninin en önünde olan duygularını yansıtır. Bu duygular öncekilerle taban tabana zıt bile olabilir.
Sanatçılar ve yapıtları böyledir de yaşamın diğer alanları çok mu farklıdır? En kesin bilgilerin sistemli olarak toplandığı bilim bile böyledir. Sonuçta bilim de bir düşünce sistemidir. Ayakları daha sağlam bassa da, olguların önünü arkasını daha çok düşünse de yanılgılardan ari olmayan bir sistem. Bilim, bilim insanlarının yaşadığı zamanın ruhuna bağlı olarak geliştirdiği düşüncelerle yoluna devam eder. Bilim insanı, ne kadar nesnel olmaya çalışırsa çalışsın duygularının etkisinden kurtulamaz. İçinde bulunduğu çevre ve bilgi birikiminin dışına çıkması kolay değildir. Geliştirdiği hipotezleri ispatlayarak kuramını kabul ettirse bile yeni bilgiler ortaya çıktıkça eski bilgiler geçerliliğini yitirebilir. Yani bilim bile önceki bilgileri yanlışlayarak yoluna devam eder. Örneğin Einstein’ın görelilik kuramından sonra Newton’un yerçekimi yasası en azından mikro ortamlarda geçerliliğini yitirmiştir. Geçmişte bilimsel dergilerde yayınlanan birçok makalenin daha sonraki çalışmalarda yanlış bulunduğunu biliyoruz.
Tüm bunlar neden mi önemli? Azıcık bildiğiyle hararetli iddialarda bulunan insanlarla sıkça karşılaştığımız için. Bir insan, bilginin bu denli uçsuz bucaksız olduğu, felsefe, sanat ve bilimin bile değişerek, kimi zaman yanılgılarla ilerlediği bir dünyada ne kadar bilebilir ki? Bunlardan habersiz heyecanlı savunucularda duyguların, inançların, takıntıların etkilerini apaçık görüyorsunuz ama o bunların farkında bile değil. Oysa şaşırabilmek, hayret ve hayranlıkla karşılayabilmek, bazen kararsız kalmak, olgunluğa ve bilgeliğe giden yolda ilk işaretlerdir.
Geçenlerde bir grubu hararetli bir tartışmanın içinde buldum. Bir taraf yedikleri biberin çok acı olduğunu söylerken diğerleri çok da acı bulmadıklarını anlatıyorlardı. Her iki taraf da kendi iddialarının doğru olduğunu ispat için çeşitli örnekler veriyor, karşılaştırmalar yapıyorlardı. Ama bu insanların bilmedikleri bir şey vardı. Aynı biberi yeseler da aynı acıyı tatmıyorlardı. Belki de duyu almaçları değişikti. Onlar aynı türün bireyleri insanlar olsalar da tattıkları acılar farklıydı. Başka birçok olguda olduğu gibi değişik duyu algılarımız farklı hissetmemize neden oluyor ve bizi farklı düşündürüyor.
Bir iddiayı tek doğruymuş gibi savunanlara şunu anımsatmakta yarar var: Neden bir konuyu şimdi düşünüyoruz da bir başka zaman hiç dikkate almıyor, hatta anlamsız buluyoruz? Çünkü o anki içsel ve çevresel koşullar beynimizin derinliklerinden o olguyu yüzeye çıkarmış ve bizim öyle ya da böyle düşünmemize neden olmuştur. Aramızda bir kişi yoktur ki daha önce almış olduğu bazı kararları şimdi yanlış bulmuyor olsun.
Yalom’a göre en derin insani korkulardan olan ölüm hep insanlarla birliktedir ama bizler hep bu korkuyla yaşamayız, bunları zihnimizin gerisine atarak gündelik basit durumların peşine takılır gideriz. Beş duyumuzun, içsel yaşantımızın duyguları değiştirmesi, bunların da düşünceleri etkilemesi bazen onu, bazen bunu öne çıkarır. Bunun bilincinde olarak kimi zaman kararsız kalabilmek o kadar da kötü bir özellik olmasa gerek. En kötü karar kararsızlıktan iyidir derler. Buna katılmıyorum. Tarih boyunca vahşet, cinayet ve savaşlar kötü kararlar yüzünden olmuştur. Doğru bildiklerini sanan insanların verdiği bu kararlar olmasa dünya daha iyi olmaz mıydı? Bazı durumlarda kararsız kalmayı savunmak amaçsız, yalpa yapan insanlardan oluşan bir toplumdan yana olduğum anlamına gelmemelidir. Heyecanlarıyla hemen karar vermektense rasyonelliği arayan bu kişiler diğer insanlarla diyalog kurma ihtiyacı içinde olacaklarından daha sağlıklı bir toplumun oluşumuna katkıda bulunurlar.