Bilişsel Zeka (IQ) mı, Duygusal Zeka (EQ) mı?

“Yemeklerimi asla yalnız yemem.” Kitabında böyle diyor Amerikalı bir işadamı. İnsanla birlikte olmak, birlikte bir şeyler paylaşmak amacında. Güzel… Ancak biraz ilerleyince yaklaşımında samimi ve içten olmayan bir hava seziliyor. İnsanlar, hayallerini gerçekleştirmede kullanacağı bir araç gibi… Yeni iş hayalleri kuruyor, yeni yatırımlar planlıyor. Bunun için de insana ihtiyacı var. Sosyalleşmeli, alabildiğine sosyalleşmeli ki işler kolaylaşsın, girişimlerin önü açılsın. Malum, insansız bir şey olmuyor.

Tabii tüm ilişkilerin böyle olması gerekmiyor. İnsan ilişkileri, kimi zaman içten paylaşımların odağına yerleşmişken, kimi zaman da sadece işleri yürütebilmenin, amaca ulaşabilmenin aracı rolünü üstlenmiştir.

Herhalde bu yüzyıl kadar insan ilişkilerinin karmaşıklaştığı bir dönem olmamıştır. Çünkü çevreden gelen uyaranların bu denli arttığı, insan beyninin bu derece işgale uğradığı bir başka tarihsel dönem yaşamamıştır dünyamız. Günümüz insanı sıklıkla bir durumdan bir başka duruma geçiş yapmak zorunda kalmaktadır. Geçişlerin bu denli hızlı olduğu ortamlarda ilişkiler de yüzeysel ve durumu kurtarmaya yönelik olmakta, insanlar arasındaki içtenlik kaybolmaktadır. Bu da bireyi yormakta, ortama uyum için daha zekice yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Sonuç, kişinin çevresine ve dolayısıyla kendisine yabancılaşmasıdır.

Kişisel gelişim ile ilgili literatürün çoğu da yalnızlaşmış, yabancılaşmış ve mutsuz insanın ihtiyacına yanıt vermek için yayınlanıyor. Büyük bir kısmı toplumsal nedenleri göz ardı ederek bireyi kurtarmaya çalışıyor. Oysa insan denilen yaratığın zihinsel ve ruhsal yönden büyük bir esnekliği olduğu, oluşumunu sağlayan temel etmenin içine doğduğu dünya ve toplum düzeni olduğu unutuluyor. Bunun doğruluğunu göstermek için uç bir örnek vermek isterim: Doğaya bırakılıp toplumla teması olmadan büyümüş çocukların hayvanlara benzer davranışlar içinde olduğu saptanmış.

İnsanlar arasındaki kişisel farklılıkları, bireyin tekliğini yadsıyamayız. Ancak suçun ve patolojik davranış kalıplarının daha az görüldüğü, ruhsal doyum ve mutluluğun daha çok yaşandığı toplumsal grupların bulunması, insan zihni ve ruhu için daha güzel bir başka dünya olabileceğini gösteriyor. Bunun sağlanması bugünden yarına olabilecek bir şey değil. Durum böyle olunca da yabancılaşmış ilişkiler ağını düzenlemek için insanların nasıl davranması gerektiği anlatılıyor, kimi zaman da gerçekleşmesi kolay olmayan yapay çözüm önerileri sunuluyor. Bu nedenle de EQ’nun önemi sıkça vurgulanır oldu. Hatta EQ o denli yüceltildi ki IQ’dan daha önemli olduğu yazılıp çizilmeye başlandı. Gerçekten öyle mi? EQ, IQ’dan daha mı önemli?

EQ’nun IQ’nun üstünde görülmesinde küreselleşmiş, karmaşıklaşmış dünyada insan ilişkilerini daha bir düzene sokma kaygısının yattığı izleniyor. Burada Daniel Goleman gibi EQ ile geniş kitlelerin tanışmasını sağlayan bilim adamlarının içten yaklaşımlarının önemini yadsıyacak değilim. EQ’nun gerekli olduğunun ben de farkındayım. Benim itirazım, EQ’ya gereğinden fazla önem atfederek IQ ile kıyaslanması ve onun üstünde görülmesidir. Oysa IQ her zaman EQ’dan daha önemlidir ve öyle de kalacaktır.

Çünkü IQ yaratıcı ve keşfedicidir; soru soran ve belirleyici olandır. EQ ise toplumsal ilişkiler içinde ortaya çıkan göreceli bir kavramdır. EQ’dan bu denli söz edilmesinin nedeni, bir anlamda toplumların ayıbının düzeltilmesinin, ilişkileri düzene sokma işinin tamamıyla bireyin omuzlarına yüklenmesindendir. EQ’da bir ölçüde yaratıcılık olsa bile bu IQ’daki yaratıcılık ile kıyaslanamaz.

Ekonomide bu zekâ türlerine çok uygun düşen iki kavramdan söz etmeden geçemeyeceğim. Bunlar reel sektör ve finans sektörüdür. Zekâ ile benzerlik kuracak olursak IQ reel sektör ise, EQ finans sektörüdür. Belirleyici olan reel sektördür. Reel sektör olmasaydı finans sektörü de olmazdı. Tıpkı IQ’suz bir EQ’nun anlamsızlığı gibi.

Tarih boyunca bilim ve teknolojideki muazzam gelişmeler IQ aracılığıyla olmuştur. Matematiği insan düşüncesinin sınırlarını zorlayacak noktaya getirenler EQ’su değil, IQ’su yüksek insanlardır. Öyle ki insan beyninin buluşu olan sanal matematiksel modellemeler, evrende buna uygun gerçek düzenlerin varlığını akla getirmiş ve bilim adamlarını bu tür sistemleri aramanın içine sokmuştur.

Fizikteki gelişmeler öyle bir noktaya ulaşmıştır ki atom altı parçacıklar keşfedilmiş ve belki de ışıktan daha hızlı giden parçacıkların olabileceği gündeme gelmiştir. Bu doğrulanırsa evrene bakışımızı tamamen değiştirecek gelişmelerin önü açılacaktır.

Edebiyattaki orijinal, yetkin ürünler de yaratıcı zekâ örnekleridir. Yüzyıllar sonra bile zevkle okunan en güzel yapıtlar, alabildiğine sosyalleşmiş insanların değil, kendisiyle yalnız başına kalabilmeyi bilen yazarların ürünleridir.

Keza müzik ve resim de insan zekâsının ürünüdür. Belki doğada bile olmayan yeni ses ve ritimlerin ortaya konması insan beyninin yaratıcılığı değil de nedir?

İnsan doğasına daha uygun bir toplumsal düzen kurulacaksa bunda bile toplumların IQ’larının büyük rolü olacaktır. Bilişsel analitik zekâ insan odaklı bir dünyayı sağlayacak potansiyeldedir. Böyle bir toplumda insanların EQ’ları da daha az zorlanır. Ya da şöyle söyleyeyim: Daha sağlıklı bir dünyamız olsaydı EQ’ya bugün olduğu kadar ihtiyaç duyulmaz, günümüz anlamındaki kişisel gelişim için de bu denli vurguya gerek kalmazdı.

3860 Tüm Zamanlar 2 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir