İster çoğulcu demokratik toplumlar olsun, isterse diktatörlükler, liderler hayatın hemen her alanında yer alan, olmazsa olmaz kabul ettiğimiz kişiler. Toplumsal hayatta kimi küçük insan gruplarının, kimi zaman da büyük kitlelerin, liderlerin sarsılmaz ve inançlı takipçileri olabildiğini sıklıkla görüyoruz.
Yüzyılımızda liderlere gerçekten bu denli ihtiyaç var mı? Ya da liderliği algılama biçimimizi, liderlik paradigmamızı değiştirmemiz gerekiyor mu?
Demokratik bir toplumda lider, özgürce oluşmuş bireylerin yönetiminde geçici olarak görev üstlenen kişi olmalıdır. Lider bir anlamda orkestra şefidir. Grubun birlikte hareketini kolaylaştıran, görev ve işlevi bittiğinde yerini bir başkasına doğallık içinde bırakan yöneticiden başka biri değildir. Liderlik bu anlamda kullanılacaksa bunun eleştirilecek bir yanı yok. Bu son derece demokratik bir yaklaşım.
Ancak toplumumuza baktığımızda, liderler; ne söyleyecek diye ağızlarının içine bakılan, dediğim dedik, peşlerinden sorgusuz sualsiz gidilen kişiler olma özelliğinde. Bu tür bir liderlik yapısal özelliği açısından antidemokratik bir tutum sergilemektedir. Eline gücü geçiren, işlevi sona erse bile bunu bırakmak istemiyor ve hâkimiyet alanını genişlettikçe genişletiyor.
Otoriter liderliğin en uç örneği aşırı muhafazakâr gruplarda görülmekte. Dinsel gelenekten de desteklenen böyle bir liderlik anlayışı müridin; şeyh, hoca ya da guruya doğrudan biat etmesi esasına dayanmaktadır. Bu yaklaşımın ne denli mahzurlu olduğu toplumun birçok kesimi tarafından kabul edilmekte ve eleştirilmektedir. Ancak bu denli yoğun olmasa da biat kültürünün daha ılımlı ve gizlenmiş şekillerinin toplumun modern kesimleri dâhil, değişik katmanlarında yaşandığı da bir gerçektir.
Kökeni insanlık tarihi kadar eski olan güçlü lider arayışı günümüzde hâlâ etkisini göstermektedir. Liderlik, kendisine çok büyük görevler atfedilen niteliğini çağımızda da sürdürmekte, bir anlamda tanrısallaştırılmaktadır. Aslında bu arayış, biraz da toplumların zafiyetidir. Demokratik bir ortamda kolayca organize olamayan, anlaşma zeminini yakalayamayan topluluklar hemen güçlü bir lider arayışına girmektedirler. En çağdaş gruplar bile, tek bir ses olmaktan ve güçlü bir liderlik etrafında birleşmekten gurur ve mutluluk duyduklarını ifade etmekten kendilerini alamamaktadırlar. Farklı bir düşünce hemen çatlak bir ses olarak yaftalanabilmektedir. Hani farklılıklar, değişik sesler bizim zenginliğimiz idi. Bu konuda dürüst ve içten olmadığımızı düşünüyorum. Güçlü liderlik arayışı biraz da farklı sesleri kontrol altında tutabilmenin supabı gibi işlev görmektedir. Uyum içinde farklılıkları sürdüremeyen gruplar, güçlü lider arayışına girmektedirler.
Bilirsiniz çocuklar kişiliklerinin oluşması, motivasyon, disiplin ve hayatta kendilerine yön bulabilmek için öncülere gerek duyarlar. Hayatın ilk yıllarında kişiliklerinin oluşumundaki en önemli etmen anne ve baba yönlendirmesidir. Ebeveynlerin önderliği çocuklar için çok önemlidir. Çocuklar için ihtiyaç olan böyle güçlü bir önderlik, yetişkin dönemde de aranıyorsa bu patolojiktir. Çocuk kalmış, özgüvenleri düşük toplumlar kendilerini biçimlendirip yönlendirecek güçlü liderlere ihtiyaç duyarlar.
Toplumlar geliştikçe liderlerin etkinlik alanı daralmakla birlikte lider hâkimiyeti varlığını devam ettirmektedir. Batı toplumlarında sembol niteliğinde de olsa tarihsel misyonunu çağımıza taşıyan krallıklar, prenslikler bunun tipik örnekleri. Bir simge arayışı, bunun etrafında kenetlenme, birleşme isteği günümüz insan ırkının âdeta genlerinde şifreli. Bu, çağımız toplumlarının bir zayıflığı aslında.
Liderlik etrafında öylesine bir metafor oluşturulmuş ve iş o denli çığrından çıkartılmış ki toplumsal özelliği olan bu kavram, kişisel gelişimin bir unsuru olarak kullanılabilmektedir. Bazı kişisel gelişim uzmanları, başarı ve mutluluk için içimizdeki liderliğin ortaya çıkarılmasını savunmaktadırlar. Oysa kişinin mutluluğu için liderlik gibi toplumsal bir kavramı kullanmak yerine, bireyin yaratıcılığını geliştirici ve özerkliğini sağlayıcı unsurların öne çıkarılması gerekmez mi? Bana sorarsanız, ‘liderlik’ gibi toplumsal bir terimin bireysel gelişimin unsuru olarak kullanılması bile, modern hayatta da hükmeden birilerini arayan, âdeta eşitsizliği kutsayan ruh hâlini yansıtmaktadır.
Ne yazık ki çağımızda liderlik kolaylıkla antidemokratik yöne kayabilen ince bir çizgide gidiyor. Kişilerin özgürlüklerini kısıtlamaya, onları susturmaya çok uygun bir yönetim unsuru olma özelliğini içinde barındırıyor. İşte bu nedenle liderlik kavramını yeniden yorumlayıp kitleleri sürü durumundan kurtaracak ve liderliği uzmanlık ve süreli görev alanlarıyla sınırlayacak demokratik bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız var.