Ne Kadar Özgürüz

“Dürüst olmaktan başka türlü davranamadığım için böyleyim” demişti bir dostum. Bu sözüyle benim gözümde bir kez daha dürüst olduğunu kanıtlamıştı. Erdem olduğu için değil, alışkanlıkları bu yönde geliştiği için dürüst olduğunu, başka türlü yapamadığını söylüyordu; kişiliği bu şekilde oluşmuştu.

Geliştirdiğimiz kişiliklerin özgürlüklerimizin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu düşünüyorum. Kişiliksiz olmayı savunuyor değilim. Böyle bir düşüncenin absürd olduğunun farkındayım. Kişilik olmadan yaşamın devam ettirilemeyeceğini biliyorum. Ama aynı zamanda kişiliklerimiz ruhsal dünyamızı, yaşam kalıplarımızı, sınırlarımızı belirliyor. İstesek de bu sınırların dışına çıkamıyoruz. Değişim ancak doğamıza ve kişiliğimize uygun yollar izlenirse gerçekleşiyor. Aslında çıkış tarzımız da kişiliğimizin parçası. İisyanlarımız da kişiliğimizin izin verdiği ölçüde gerçekleşiyor.

İnsanın ruhsal yapılanması doğumdan sonra, hatta anne karnındayken başlayan ve sinir sisteminin belli gelişim evrelerini izleyen bir süreç. Tam da böyle bir çizgide insanın kişiliği oluşuyor. İlk bebeklik döneminde beyindeki sinapsların çoğu açık. Bebekler her yöne gelişebilecekleri büyük bir potansiyeli içlerinde barındırıyorlar. Ama gelişim sınırsız olmuyor. İlerleyen yıllarda sinapsların birçoğu kapanıyor, yani bir budanma dönemi yaşanıyor. İşte bu süreç kişiliklerimizi, ruhsal dünyamızı şekillendirirken birçok yeteneğin de daha ortaya çıkmadan yok olup gitmesine neden oluyor.

Yaşamımız boyunca sinapslarda açılıp kapanmalar devam ediyor, ancak bunların hiçbiri bebeklikteki kadar yoğun yaşanmıyor. Konuştuğumuz dil üzerinden örnek vereyim: Bugün dünya üzerinde 6000 civarında dil konuşuluyor. Normal bir bebek bu dillerin hepsini öğrenme potansiyeline sahip. Ancak hiç kimse tüm dilleri konuşmuyor, hangi dillere maruz kalırsa onları öğreniyor. İleri yaşlarda dil öğrenimi hiçbir zaman bebeklerdeki kadar kolay olmuyor. Kişilikler de öyle. Duygusal yaşantımız, olaylara yaklaşımımız, öğrenme tarzımız, geliştirdiğimiz paradigmalarımız, hemen her şeyimiz yaşamın erken yıllarındaki biyolojik gelişimimiz ve açık sinapslar arasındaki iletişim sonucunda belirleniyor, zamanla değişimler olabilse de bunlar daha sınırlı kalıyor.

Tek tek kişiler olarak böyleyiz de insan türü olarak çok mu farklıyız? Bireyler olarak ne kadar farklı olsak da tüm canlılar içinde türümüzü düşündüğümüzde bu farklılıklar önemsiz kalmakta, insanlığın ortak dünyası da belli kısıtlılıklar içinde oluşmakta.

İnsan türünün gelişim potansiyeline hayran olmamak mümkün değil ama tüm çeşitliliğine karşın insan yine de mükemmel bir yaratık değildir. Tıpkı diğer canlıların mükemmel olmadığı gibi. Öyle olsaydı zaten tanrı olurdu.

İnsanın aklından bir günde 50-60 bin düşünce geçiyormuş. Çoğu insanda bunların yüzde 70’i kötü düşüncelermiş. İstesek de bu düşünceleri durduramıyoruz. İsterseniz deneyin. Kötü düşünceleri durdurmak için ne kadar çaba gösterirseniz o düşünce o kadar güçlü olarak zihne gelir. Bir hikâye vardır, belki biliyorsunuzdur. Adama “Sen eşek değilsin” deyip duruyorlarmış. Zavallı adamcağız, dayanamamış, “Yeter artık, susun, ben eşek değilim,” demiş. Bu ne demek oluyor? Bana sorarsanız bu, beynin belli çalışma kuralları olduğunu, beynimize tam egemen olamadığımızı gösteriyor. Nitekim beyin biz uykudayken bile aktivitesini devam ettiriyor Rüyalarımızda en absürd düşünceler ortaya çıkmakta ve bizi yönlendirebilmektedir. Ben bunu kapalı olan sinapsların açılarak bu düşüncelere yol vermesi olarak değerlendiriyorum. Freud’un bilinçaltı dediği kavramı da benzer şekilde yorumluyorum. Bilinçaltının geçmişte bizi etkilemiş olayların kapalı sinapslar arasındaki nöronlarda saklı bellek olduğunu, açılan sinapslarla bilinç düzeyine çıkarıldığını düşünüyorum.

Yaşadığımız şu korona günlerinde ellerimizi yüzümüze değdirmememiz, hijyen kurallarını unutmamamız isteniyor. Yaşamımızda birçok kez unutmamak, istenen bir özellik olarak öne çıkıyor. Tıpkı sınavda öğrendiklerimizi hatırlayıp doğru yanıtları bulmak gibi. “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür” denerek unutmanın insan zaafı olduğu söyleniyor. Bazen de tersi oluyor, unutmamız isteniyor. Kötü anıları silmemiz, her doğan günün yeni bir başlangıç olması arzu ediliyor. Sinir sistemimiz hangisini uygulasın? Unutsun mu, hatırlasın mı? Denebilir ki istenenleri hatırlasın, istenmeyenleri unutsun. Bu, ne kadar geçekçi? Herhalde pek gerçekçi değil ki sinir sistemimiz de böyle yapmıyor. Bazen unutulması gereken yerde hatırlıyor, kimi zaman da tersini uyguluyor.

Yapıp etmelerimizin böylesine bir sistemle belirlendiği doğamızda ne kadar özgür olabiliriz? İnsanın özgür düşünmediğini gösteren kanıtlardan biri nörobilimsel çalışmalarla ortaya konmuştur. Deneylerde düşünce oluşmadan milisaniyeler önce davranışın belirdiği, bu davranışa uygun düşüncenin daha sonra ortaya çıktığı gösterilmiştir.

Tüm bunlar ne anlama geliyor? Bana göre insanın mükemmel olmadığını, türüne bahşedilen kadar özgür olduğunu gösteriyor. Bu tür düşüncenin bizi tanrı inancına ve kadercilik anlayışına götürmesi gerekmez. İnsana ait bilgi hem kendimizi, hem de başkalarını daha iyi tanımamızı sağlar. Bilincimizin sınırlarını ve davranışlarımızın altında yatan nedenleri görmemize imkân verir. Ruhsal dünyamızın gelişiminin de belli yasaları olduğunu anlatır. Biyolojimiz hakkında bilgilerimiz arttıkça beynimizin daha rasyonel çalışacağı yolları keşfedip geliştirebiliriz. Belki o zaman biraz daha özgür oluruz.

7689 Tüm Zamanlar 4 Bugün

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir